7 Şubat 2014 Cuma

Yaratılış-2


1. Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı.
2. Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi.
3. Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, Yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.
4. Göğün ve yerin Yaratılış öyküsü: RAB Tanrı göğü ve yeri Yarattığında,
5. yeryüzünde yabanıl bir fidan, bir ot bile bitmemişti. Çünkü RAB Tanrı henüz yeryüzüne yağmur göndermemişti. Toprağı işleyecek insan da yoktu.
6. Yerden yükselen buhar bütün toprakları suluyordu.
7. RAB Tanrı Adem’i topraktan Yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Adem yaşayan varlık oldu.
8. RAB Tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Yarattığı Adem’i oraya koydu.
9. Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi. Bahçenin ortasında yaşam ağacıyla iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı.
10. Aden’den bir ırmak doğuyor, bahçeyi sulayıp orada dört kola ayrılıyordu.
11. İlk ırmağın adı Pişon’dur. Altın kaynakları olan Havila sınırları boyunca akar.
12. Orada iyi altın, reçine ve oniks bulunur.
13. İkinci ırmağın adı Gihon’dur, Kûş sınırları boyunca akar.
14. Üçüncü ırmağın adı Dicle’dir, Asur’un doğusundan akar. Dördüncü ırmak ise Fırat’tır.
15. RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem’i oraya koydu.
16. Ona, “Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin” diye buyurdu,
17. “Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”
18. Sonra, “Adem’in yalnız kalması iyi değil” dedi, “Ona uygun bir Yardımcı Yaratacağım.”
19. RAB Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem’e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı.
20. Adem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökte uçan kuşlara ad koydu. Ama kendisi için uygun bir Yardımcı bulunmadı.
21. RAB Tanrı Adem’e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı.
22. Adem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirdi.
23. Adem, “İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, Etimden alınmış ettir” dedi, “Ona ‘Kadın denilecek, Çünkü o adamdan alındı.”
24. Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak.
25. Adem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı.

Evren (aklınıza şu an bildiğimiz gibi bir evren gelmesin; kutsal sayılan metinlerde geçen evrenler, “ne tesadüftür bilinmez”, Yer-Gök olarak adlandırılır ki buna bir önceki konuda değinmiştim) yaratıldı, süreç tamamlandı. Altı gün boyunca gayet yoğun çalışan tanrı dinlenmeye çekildi ve dinlendiği bugünü de kutsayarak, insanın sosyal yaşamına getirdiği, ilk kuralı koymuş oldu. Tevrat’ın tanrısı dinlenme gününde bile çalışıyordu, bu kutsal günü insanlığa bahşederek lütufta bulunuyordu kendince.
Tevrat’ın “Yaratılış” bölümünde herhangi bir elçi yerine kendini örnek gösteren tanrıyı da görüyoruz. İlerleyen bölümlerde farklı örneklemeler olacak ama başlardaki tanrıdan insana giden yolda bir aracı veya elçi seçmemesi, biraz ilginç. Yine bir önceki bölümde geçen “kendi suretinden” yaratılan insanı algıdan mahrum bırakıp (ki bunu daha sonraki bölümlerde göreceğiz) aynı zamanda da kendini bir insanmış gibi anlatması ve hatta kendi dinlenme gününü örnekleyerek insanlara da bugünü önermesinin altında mistik bazı olaylar olabilir (bunu çok fazla aştıracak zamanım olmadı fakat notlarım arasına aldım, ilerleyen günlerde bu konu üzerinde de duracağım).
Tevrat’ın tanrısı kısa bir özetle durumu netleştirmeye geçiyor 2:4’ten sonra, bize öyküyü daha net bir biçimde aktarmaya çalışıyor.
Birinci Bab’da yaratılışın evrelerini okumuştuk şimdi ise insanın yaratılışını açıklıyor ki hepimiz biliyoruz; insan, yeryüzündeki en yüce varlık(!?) tanrı sözü olduğu söylenen kitaplara göre. Hatırlamayanlar veya okumamış olanlar insanın yaratılış aşamasını buradan okuyabilirler ki bir önceki incelemede bu konuya değinmiştik. İşin ilginç kısmı şu ki tanrı, insanın yaratılış sürecini bir önceki Bab’da başka biçimde açıklarken bu Bab’da daha farklı açıklıyor. Daha öncekinde insanı çift olarak yaratmış olan tanrı (ki Kur’an’da da bu manada yorumlanan ayetler vardır) bu defa önce erkeği yarattığını söylüyor (buna yazının sonlarında değineceğim). Adem’in burnuna yaşam soluğu (buna günümüzde ruh deniyor) üfleyerek ona can veriyor. Adem’in topraktan yaratılma mitini bu incelemeler dışında ayrıca inceleyeceğimden dolayı şimdilik ona çok girmiyorum fakat toprak ve yağmur ikilisi aynı yer ve gök ikilisi gibi derin anlamlar taşıyan metaforlar, en azından bu kadarı aklımızda kalırsa bu konuyu incelerken yabancılık çekmemiş oluruz. Efsaneye dönecek olursak; Adem yaratılıyor, burnuna yaşam soluğu üfleniyor. Ardından tanrı Adem için bir yaşam alanı oluşturuyor. Yer ve gök yaratıldıktan sonraki evrelerde yeryüzüne bir düzenleme getirilmişti fakat insan yaratıldıktan sonra ona en uygun yer aranıyor. Tanrı çok geçmeden bir koordinat belirliyor; Aden. Aden’e bir bahçe kuran tanrı, bu bahçeye güzel meyve veren ağaçlar yerleştirip bir de tam ortasına yaşam ağacı ve iyiyi-kötüyü bilme ağacı dikiyor ve ardından Adem’i oraya yerleştiriyor. Burada dikkat çekici noktalardan biri de Tevrat’ın Adem’i yeryüzünde göstermesi. Oysa ki bilindik Adem efsanesinde insanlık önce cennette var olmuştu. Tevrat’ın bu bölümüne göre “cennet” diye anlatılan (şu anki efsanenin de doğru olduğunu varsayarsak) yer aslında gidip görebileceğimiz bir coğrafya. Aden’den doğan ve yayılan ırmakların coğrafyasını araştırdığımızda günümüz siyasi gelişmeleri için de farklı bakış açıları elde etmemiz yarı bir ilginç durum. Bilindiği gibi tanrı İsrailoğulları’nı seçilmiş kavim ilan ettiği için onlara bir peygamber ve kitap gönderiyor. Bu kitapta “cennet” diye nitelendirilen bölgede bulunan “nimet”lerinden onları haberdar etmesi ve bu bölgeye onları yönlendirmesi hiç de şaşılacak bir durum değil ki İsrail devletinin kuruluş aşamaları ve gelecek planları incelendiğinde, şu anki politikalarının temeli de ortaya çıkıyor. Siyasetten uzaklaşıp konumuza dönelim. Tanrı Adem’e bir öğüt vererek onu uygun gördüğü bölgeye yerleştiriyor. Verdiği öğüt iyiyi-kötüyü bilme ağacının (kimi kaynaklara göre bilgelik ağacı) meyvesini yememesi. Bu konuda anlaşmaya vardıktan sonra (anlaşmaya varılmasa hikayenin devam edebileceğini düşünmek saçma olur) “toprak”tan yaratılan diğer canlılar bir bir Adem’in huzuruna getirilip kendilerinden Adem’e uygun bir yardımcı aranıyor bu arada da isim verilerek sınıflandırılıyorlar. Tüm canlılara (ki hala bitkiler canlı olarak geçmemekte – bu konuya da bir önceki incelemede değinmiştik) birer isim veren Adem, kendisine uygun bir yardımcı bulamıyor. Tanrı Adem’in müşkülpesentliğinden sıkılmış olacak ki onu uyutup yeni bir yaratım sürecine giriyor. Adem uykudayken, onun kaburga kemiğinden, bir canlı daha yaratıyor. Adem uyandıktan sonra yeni yardımcısına da bir isim veriyor ve ona “kadın” diyor. Burada iki önemli nokta dikkat çekiyor:
1-) Tanrı ikinci sosyal kuralını da koyuyor; kadın erkeğin yardımcısıdır. Yüzyıllardır kadını bir araç gibi gören ataerkil zihniyet bunu inançlarına da yansıtıyor. Bilindiği gibi inançlar sosyal yapıların oluşmasında kilit öneme sahip etkenlerdir. Özellikle bahsedilen coğrafyanın kültür yapısı incelendiğinde; kadının toplum hayatındaki yeri ve yaşantısı, inançların zulmünden öteye gidememiş ve kadınlar ikinci sınıf insan olarak konumlanmıştır. Günümüzde bunun yansımasını görmek için çok fazla tarihsel bilgi veya ayrıntılı incelemeye gerek duymuyoruz. Bu durumu anlamak için basit bir orantı yetiyor; kadının toplumdaki değeri, inançların sosyal hayata dahil edilme yoğunluyla ters orantılıdır.
2-) Yaratılış efsanesi, tek tanrılı ve kutsal metinlere dayandırılan inançlarda, Tevrat ile şekilleniyor. Günümüzdeki efsanenin temeli Tevrat olmasına karşın, bu efsaneyle çeliştiği noktalar da var. Örneğin; günümüzde Adem ve Havva birbirine eş olarak yaratılmış olarak anlatılır fakat Tevrat’tan anlaşıldığı üzere Havva Adem’in eşi değil yardımcısıdır. Birinci Bab’da geçen Adem’in eşi olarak yaratılan kadın ise ortadan kaybolmuştur. Efsaneyi Tevrat öncesinden incelersek bu kadının (gerçek eş olan) nerede olduğu konusu hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Bu konuya ayrıntılı biçimde girersek yazı çok uzayacağı için sadece bilindik ismini vererek sizi de biraz araştırmaya yönlendirmek daha sağlıklı olacaktır. Adem’in gerçek eşinin adı Lilith’dir. İnternette biraz araştırma yapınca birçok kaynağa erişmek mümkün. Lilith efsanesini araştırılırken, Adem efsanesinin temel kaynağı olan Sümer mitolojisini mutlaka incelenmelidir. Benzerlikler ve ayrılıklar karşılaştırılarak daha mantıklı çıkarımlar yapılabilir.
3-) Tanrı yeni sosyal kuralını koyup insanın ebeveynlerinden kopmasını, eşine bağlanmasını bir örnekle açıklıyor. Öncelikle dinlenme (dolayısıyla ibadet) gününü belirleyen tanrı, ardından kadının sosyal hayattaki yerini belirlemişti. Son olarak ise aile yapısına şekil veriyor.
Yaratılışın ikinci aşamasını da kısaca inceledik. Bu bölümden ortaya çıkan sonuçların özetini yapacak olursak:
a-) Tanrı sosyal hayatla ilgili ilk kuralları koymaya başlıyor.
b-) Seçilmiş kavime bir hedef göstererek, onları cennetle buluşturuyor.
c-) Çeşitli kaynaklardan bahsederek insanlığa sunduğu “nimet”ler ile gücünü ve merhametini kullarına hissettiriyor (buna daha sonra değineceğim için ayrıntısına girmedim)
#unbekannt

Yaratılış-1


1.Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
2.Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu.
3.Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu.
4.Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı.
5.Işığa “Gündüz”, karanlığa “Gece” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.
6.Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu.
7.Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı.
8.Kubbeye “Gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
9.Tanrı, “Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün” diye buyurdu ve öyle oldu.
10.Kuru alana “Kara”, toplanan sulara “Deniz” adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
11.Tanrı, “Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar, türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin” diye buyurdu ve öyle oldu.
12.Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar, tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
13.Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu.
14.Tanrı şöyle buyurdu: “Gök kubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin.”
15.Ve öyle oldu.
16.Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı.
17.Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gök kubbeye yerleştirdi.
18.Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
19.Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu.
20.Tanrı, “Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun” diye buyurdu.
21.Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü.
22.Tanrı, “Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın” diyerek onları kutsadı.
23.Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu.
24.Tanrı, “Yeryüzü çeşit çeşit canlı yaratık, evcil ve yabanıl hayvan, sürüngen türetsin” diye buyurdu. Ve öyle oldu. D. Not-1:24 “Sürüngen”: İbranice sözcük fare, böcek gibi öteki kara hayvanlarını da kapsıyor.
25.Tanrı çeşit çeşit yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü.
26.Tanrı, “İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.”
27.Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı.
28.Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.
29.İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak.
30.Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere -soluk alıp veren bütün hayvanlara- yiyecek olarak yeşil otları veriyorum.” Ve öyle oldu.
31.Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu.

Yer – Gök
Dinler tarihinde yer alan hemen hemen tüm inançlar karşıtlıkları temel alır. Bu karşıtlıklardan en sık kullanılanlar; yer-gök, gece-gündüz, aydınlık-karanlıktır. Bunlar genel manada iyi ve kötü kavramlarını temsil etseler de koşullara göre anlamsal değişkenlikler gösterebilirler. İbrahimi dinlerin hepsinde yer-gök kavramı kullanılır ve bu kavram hem maddesel hem metafor olarak bulunur. Tevrat’ın yaratılış açıklamasında bulunan yer-gök karşıtlığı, devamından anlaşılacağı üzere, çift anlamda kullanılmıştır. İbrahimi dinlerin kitaplarını tamamen incelediğimizde yaratılış efsanesinin evrimini rahatça görebiliriz.

Tevrat tanrısının bir sözüyle var olan yer ve gök, kimileri için evrene tekabül ediyor fakat ne metnin kendisinde ne de açıklamalarında o büyüklükte bir varlıktan söz edilmiyor. Sadece yer ve gök kelimelerinin geçmesi akıllara, zamanın görsel ve bilimsel algısından yola çıkılarak, bir metafor oluşturulduğunu getiriyor. Hemen sonrasında gelen kavramlar da ilginç; karanlık ve ışık. Işık karanlıktan yaratılıyor ve bunlara gün ve gece isimleri veriliyor. Halk kültürlerinden tanıdık geliyor olsa gerek. Işık, aydınlık, gün gibi terimler iyiliği, erdemi ve bilgeliği temsil eder. Geçmişten bugüne bilinen hangi kültüre bakarsanız bakın bu kavramların zihinlerimizde yarattığı algı değişmez. İbrahimi dinlerin kitaplarını, yüzeysel okuduğumuzda mantığa aykırı birçok söz bulabiliriz fakat bunlara genel olarak bakıldığında çok derin alt metinler içerdikleri görülecektir. Bu kitapların alelade kişiler tarafından yazılmadıkları muhakkaktır. 

Metinlere kavramsal olarak bakıp kültürel etkenleri ekleyerek inceleme yaptığımızda çıkan sonuç elbette öznel olacaktır. Şimdi bir de tamamen yazıldığı gibi ve yüzeysel okumayı deneyelim.

Tevrat tanrısı ilk gün yer ve göğü yaratıyor. Ruhu suların üstünde dalgalanırken (tanrının maddesel olduğu varsayılıyor ki sadece ruhunun sular üstünde dalgalanmasından bahsediliyor, değilse Tanrı suların üstünde dalgalandı gibi bir ifade kullanılırdı ki genel manada kutsal sayılan metinler ayrıntılara çok önem verir), yarattığı yeryüzünde eksiklikler olduğunu görüp düzenlemeye koyuluyor. Engin karanlıklardan ışık oluşturuyor, sonra durup analiz yapıyor ve ışığın iyi olduğunu görüyor. (Burada bir değerlendirme yapmak gerek. Tevrat tanrısı, bildiğimiz diğer tanrılardan farklı olarak, her şeyi en iyi bilen veya uygulayan olarak anlatılmıyor başlarda ki yer ve gök yaratılırken eksiklikler oluşuyor. Bunları düşünüyor, karar veriyor, başka bir yaratımda bulunuyor, analiz yapıyor ve nihayetinde bir sonuca varıyor. Mükemmel tanrı algısının ilk zamanlarda aslında o kadar da mükemmel olmadığını görmek için sadece birkaç cümle yetiyor. Tevrat geleneksel dinlerden sonra ortaya çıkan ve kurallar bütününü belli bir sisteme oturtan ilk kitap olduğundan henüz geleneklerinden tam olarak sıyrılamıyor ve politeist inançlardaki tanrı kavramına yakın bir tanrı ile yola başlıyor.)

Tevrat’ın tanrısı yeryüzündeki suları da ikiye ayırmak istiyor nedeni bilinmez bir şekilde ki kendisi her şeyin sahibi ve o zaman için tek olduğundan isteklerini sorgulayacak kimsenin bulunmaması bu uygulamalar için gerekli zemini hazırlıyor. Suların ortasında, gök kubbe adını verdiği, bir şey yaratıyor, ilginçtir ki bu gök kubbe suları dikey olarak ayırıyor. Tevrat’a göre gökyüzünde bir su birikintisi var. O dönemde dünyanın geometrik yapısı henüz bilinmediğinden yapılan bu yorum sadece algılayabildikleri biçimde bir gök kubbe olma olasılığını gösteriyor. Ortaya çıkan sonuçtan yine tatmin olmayan Tevrat’ın tanrısı bu defa da yeryüzündeki suların bir tarafa toplanmasını istiyor ve “kara”yı yaratıyor. Yine yetinmiyor ve bitkileri yaratıyor. Tanrı bunları yaparken insanların sosyal hayatını da biçimlendiriyor çalışma şekliyle. Her yaptığı işten sonra akşam oluyor ve ardından sabah. Buradan çıkarılabilecek iki sonuç var; ya sosyal yaşamı biçimlendiriyor ya da yine çok da mükemmel olmadığına dikkat çekiyor ki akşam olunca çalışmayı bırakıyor zira henüz akşamlar zifiri karanlık. Sonraki gün yarattıklarını izleyen tanrının aklına yenilikler geliyor, yine…
Bu defa da gündüz ve geceyi ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıkları ve bunlardan doğacak zamanı yaratıyor. Bu arada şunu anlıyoruz ki tanrı, en başta yarattığı ışığı, sadece yeni yaratımlar yapabilmek için bir araç olarak yaratmış. Bu defa yarattığı ise sonsuz bir ışık kaynağına bağlı olacak. Metne göre “büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olan olan” iki büyük ışığı yaratıyor; Güneş ve Ay. Burada yine unutmamak gerekir ki o zamanlar Ay’ın bir ışık kaynağı olmadığı da bilinmiyordu. Bu mantık sisteminden tanrının da henüz yarattığından bihaber olduğu anlamını çıkarabiliriz. Her zaman yaptığımız gibi bu hatayı da görmezden gelerek ilerleyeceğiz. Peşinden gelen sözler yine biraz bulandırıyor zihnimizi; “…onarlı gök kubbeye yerleştirdi”. Neden? Tanrı tüm bunları bir atölyede mi hazırlıyor ki sonradan yerleştiriyor? Bu cümleye çok takılmamak gerek belki de zira bu kitaplarda sayısal bir şifreleme olduğunu düşünen inananlar buna benzer gereksiz cümleleri o sayısal şifrelerle açıklamaya kalkabilir ve iş iyice içinden çıkılmaz bir hal alabilir. Akşam olmadan tanrının mesaisi bitiyor ve dördüncü gün de oluşuyor. Yalnızlığın vermiş olduğu histen sıkılan tanrı bu defa da “canlı”ları yaratmak istiyor ki dönemin bilgileri burada yine ortaya çıkıyor; bitkiler yaratılmıştı, onlar canlı değil miydi? Görmezden geliyoruz tanrının bilgi eksikliğini… Suların içinde canlı varlıklar ve gökte uçuşan kuşlar istiyor, tabii ki Tevrat öncesi inançlardan kalan bilgiler doğrultusunda oluyor bunlar; büyük deniz canavarları(?), sularda kaynaşan(?) canlılar, uçan çeşitli yaratıklar(?) (tanrı bu defa elinin ayarını kaçırmış gibi). Ertesi gün bir şeyin daha eksiliğinin farkına varıyor; sularda ve havada yaşayan varlıklar var fakat karada yok, bunu nasıl görmezden gelebilir ki? Bugününü de ona ayırıyor ve sürüngenleri yaratıyor. Bu yaratım süreci kısa olmuş olacak ki bir başka emirle bunların türemesini de sağlıyor. Ve geliyoruz büyük güne… 
26-Tanrı, “insanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım” dedi
Kendi suretimizde? Nasıl yani? Kaç kişi var orada ve tanrı kime söylüyor bunu? (Kullanılan edebi dili göz ardı ediyorum ve çevirilerde oluşan hataları veya eksiklikleri metinleri aldığım kaynakta açıkladıklarını da belirteyim) Tanrının canı çok sıkılmış olmalı ki yarattığı büyük deniz canavarları, sularda kaynaşan canlılar, uçan çeşitli yaratıklarla konuşuyor olmalı. Aksini kanıtlayacak hiçbir bilgiye sahip değiliz maalesef. İşin daha da ilginç yanı, bir sonraki cümlede; İnsan erkek ve dişi olarak yaratılıyor… Günümüzde varsayılanın aksine önce erkek değil. Bu konuyu bir sonraki yazıda ayrıntılı biçimde inceleyeceğim o yüzden bu yazıda çok ayrıntıya girmiyorum. Tanrı son olarak yarattığı erkek ve kadına hitaben emiler veriyor, yarattığı her şeye geniş açıdan tekrar bakıyor ve bunların yeterli olduğuna kanaat getirip mesaisine son veriyor.

Yaratılışın ilk aşamasını Tevrat bu şekilde anlatıyor. Bu bölümden ortaya çıkan sonuçların özeti; Tevrat yazılmaya başlandığındaki tanrı kavramı eski tanrılardan çok da uzak değil. İnsana yakın özellikleri var ve bunları gönderdiği kitapta belirtmekten çekinmiyor. Bir anda her şeyi yaratacak güce sahip değil, sadece gün içinde çalışabiliyor ve yaratma sayısında kotası olduğu görülüyor. İnsanı yaratmadan önce yarattığı diğer canlılarla hemen sonra ise insanla konuşuyor. Tanrı henüz kendi muktedir değil de sadece insandan üstün bir yaratıcı olarak görüyor. Bu özellikler politeizmden monoteizme geçişin, bir inanç evriminin, kutsal metinlerin ve sosyal yapının aslında tanrı kavramı üzerinde ne kadar etkili olduğunun da göstergesi olarak göze çarpıyor.

#unbekannt